3 Kasım 2014 Pazartesi

Güncel Baba



Rıfkı ile Bahri bir yaz gündüzü denize bakan çatılarında çalıntı şezlonglarının üzerinde uzanmış, dalgayı bekliyorlardı. Dalga gelmişti...
Surf tahtalarını aldılar ellerine.. derken tahta yanmaya başladı. Öncesinde kimin başlatacağı üzerine bir müddet münakaşa edildi.

Rıfkı: Sen yak
Bahri: Yok moruk sen yak
Rıfkı: sen yak sen yak
Bahri: aaa olur mu öyle. sen sardın sen yak
Rıfkı yo yo yoyooo.

....
...
..
.
Sonunda Rıfkı yakar.
Daha ikinci binişinde surf tahtasına, dalgayı yakalamaya başladığını hisseder.
Derken sırası gelen Bahri, Rıfkı'nın bu maceraperest uçuculuğundan bi haber koyulur işine. Tahtaya öyle bir biner ki, tahtabaya sallanarak Bahri'yi de dalgaya alır. Daha ikinci binişte ikisi de dalgaya tutulmuş gitmekteydiler. İşşşşş.Bir anda ses duyarlar.Tedirgin edici bir havaya bürününce ortam kafalarında senaryolar geçmeye başlar.Panik halleri gözlerin aniden açılan iriliğiyle anlaşılır.Oysa gözler küçülmüş ve kızarmışken yoğun çekimden...
Rıfkı:Olum birisi taşınıyor galiba.Nerden geliyor bu ses.
Rıfkı:Nabıcaz lan ya zil çalarsa.Biraz daha sabretmeye çabalasamda bu panik hal...offf yaa kafam.ne var lan bunun içinde.Sesler gittikçe yaklaşıyor lan duymuyon mu?
Bahri:Giderler şimdi!
Fahri:Kalk lan zil çaldı olum.
Bahri:Giderler şimdi bırak çalsınlar.
Telefonun zilini kapı zili sanan Rıfkı Bahrinin gevşek tepkileri karşısında sararmıştı.Ardından telefonu almaya gitti Bahri.Rıfkının peşinden gelmediğini görünce telefondan numarayı çevirdi gizliden.Rıfkının telefonu yanındaydı ve çalınca aldı eline gizli olduğunu görünce tekrardan panikledi.Açıp açmama arasında gidip gelen ve mekik dokuyan zihni...sonunda açtı ve karşısında duyduğu sözcük ''giderler şimdi,'' oldu.Rıfkı şok olmuş halde ayaklandı ve Bahrinin yanına giderek sörf tahtasının halini göstererrerek yeni sörf tahtasına ihtiyaçları olduğundan bahsetmeye başladı.
Bahri:Gelirler şimdi.Kapı çalınca açarız.
Rıfkı:Az önce gelenler onlar mıydı.Biliyordun da niye açmadın kapıyı.
Bahri:Sakin ol biraz.
Rıfkı:Gelirler giderler bu nasıl olay lan manyak herif...

derken kapı çaldı ve Rıfkı bu sefer hiç düşünmeden kapının koluna atar elini.Bahri bu hareket karşısında kapıya doğru yönelir,kolun dönüşüyle açılan kapıdan muntazam bir parlaklıkla gözleri kapanır.Gözleri açılır ikisininde uğultulu seslerin yok oluşuyla.Ayağa kalktıklarında etrafına afal afal bakan figürler olarak  İskenderiye Fenerinin bulunduğu şehrin en işlek yolunda bulurlar kendilerini.
Rıfkı şok olmuş halde kekeleyerek Bahriye bişeyler söylemeye çalışsa da başaramaz.
Bahri:İşte geldik.
Rıfkı:Seee ssseeen bbbiiliiiyyyoo  rrrr mmuuyyydunnnn buraya geleceğimizi.
Bahri:Ne sandın.
Rıfkı:Pek bişey sanılmayacak gibi değil.Şu etrafa baksana.Başka yerlerdeyiz ve zamandayız gibi.Tüm bu olanları açıklayabilmek imkansız.
Bahri:Boşuna yorma kendini.
Rıfkı: Saat kaç reyiz
Reyiz: onu on geçiyor
Rıfkı: Kaçı kaçın geçtiğinden çok kaçı kaçın geçmediğidir önemli olan. dimi lan Bahri?
Bahri:Atarın kime reyis?
Reyiz: Saate Bahri.
Bahri:Anladım.
Rıfkı: Olum reyiz senin adını nerden biliyor lan? Kim bu adam, nerdeyiz biz, noluyo amk?
Bahri:Amk?
Rıfkı: Evet.
Bahri:Yayındayız.
Reyiz: Yayın da yayın oğlum.
Bahri:Yanındayız.
Reyiz: Eyvallah yiğenim. Neyse Bahricim ben kaçayım, işim gücüm var. Şu yanındakini pek gözüm tutmadı ama dikkat et kendine evladım.
Rıfkı: Sen kime gözüm tutmadı diyon feriştahını siktiğimin buruk suratlısı
Bahri:Alayını...
Reyiz: Reyse hadi ben kaçtım acelem var. İftara yetişcem.
O esnada şehrin orospuları geçerken bu iki adamı gören kadınlar şaşkın bakınırken asıl bu kadınları gören Rıfkı atladı hemen peşine.Bahri yavaş adımlarla ilerlerken kadınların saldığı hoş koku karşısında eskinin duyfukları o bitikliğini yakalamış olmanın aptallığıyla ilerlediler.Ve sonunda vahaya varırlar.Farkında oldukları bu daha yeni başlayan bir gecenin konseriydi.Ama daha geceye çok vardı ve yarını bekleyip flörtlerini ..n

Yola devam ederken.. oy oy oy


Hayatın öyle saniyeleri falan yoksa; gönlümse ne için var?
Gönül sözcüğünü etraflıca düşününce sanki başka bir dilde bunu karşılayacak sözcük yokmuş gibisine gelmekte insanın. Tek dil bilenin bilmediği ya da öyle mutlu olduğu taraf. Her ne haltsa böyle saniyeler falan aşırı heyecanlanıp "iyi ki yaşamaktayım" dedirten anların kovalamacasını yapmadan tesadüfen  rastgelelikle mucizevi kallavilikte.......  (ne demekse o )
Tarifsiz birden çok duygula karışık düşünce.
Karışık değilse tatsız tuzsuzdur.
Acep nedendir aniden insanın, vaktinde uzun süre geçirdiği birinden aniden soğuyarak ya da ortamında etrafında olmamaya çalışarak bütün o yaşanmışlıkları kenara iteleyerek yok sayabilmekte. Hayatında varlığı ya da yokluğu heyecan, mucize, tesadüf, rastgelelik, tüyleri diken diken edici his yaratmayan birisiyse gayet doğal olarak hayatında olmayışı da pek önem teşkil etmemekte. Farz ederim, Rica ederim, Arz ederim, Af dilerim sürçü lisan... yazınca ne kadar da dil okullu ispanyolca kursunu andıran haliyle sürtük lisanı oldu ya yanlışımız, ha yaşa.
önce bakarlar, dinlerler, dokunurlar, tadarlar, koklarlar ve neticede kuşluk vakti misafiri ferahlığıyla sakinleşirken kapının çalan ya da kapını çalan hırsız odada tapesle başbaşa bırakır seni. Güçlü tarafın nedenlerinin çokluğudur belki.
Asıl neden diplerde yatar. Uyandırmak meşakkatli olsa da, bunu farketmeyen insanlar, oldukça mutlusun.

Bir aylak'ın 'aylıkları'

Uzun bir aradan sonra yeniden sizlerleyiz sevgili kafadostları.

*******************

Odaya tıktıkları vakit o boğucu havayı alıyorsun.
Düşünsene, süreki gördüğün gözlerle karşılaşıyorsun tekrardan.
Artık bu tekrarlar öyle can sıkmaya başlamış ki, aynaya bakamaz hale gelmişsin.
Bir taraftan da yaşamın, başkalığın, gülüşün ve heyecanın yanlış yazabilip yaşayabileceğin kalıpsız gevrekliği.

Boğulmuş olduğun yerlere dönünce haliyle kalıpların kıskacıyla sıyrılacağın çeşitli alternatif yöntemlerle uzaklaşabilme şansını ucundan az önce geçtiğimizi( malum) ateşleyerek başarmış oluruz.

Geniş kitlelerin geniş zamanlı ışığı.
Yolumuzu aydınlatışının karşısında - farkına varan bilir - şaşkına dönmüş.sündür haliyle
Rakamlar yanlış görünüp sahte kahkaha laflarına benzer gülme uslu bu.
Nasıl bir sözcüktü? şöyle duyunca hah! kesin anladım dedirten. uslu bu olmadı. Üslup!!!
Evet işte dostum...... işte değiliz yav
Her ne haltsa, altı üstü kaç metreyse... neyse ki pek karışmadan ve onlar anlamasın diye yıpranarak yaşamak zor olsa dahi, keyifli çoğu zaman. Onlar anlıyor, çaktırmıyor belki. Ancak 'uslu bu' dedirtebiliyoruz. Çok iyi tiyatrocu olabilir bizden. hayatın farklı rollerine açığız. her an deli olabilmekteyiz ya da sevgili ya da tek gecelik...

23 Haziran 2014 Pazartesi

Mütevazi Hakikatler


Mütevazı hakikatlerin peşindeydim o gece. Bilmem gerekmeyen şeyleri öğrenmek istemiyordum. Ufak ama kritik bir görev bekliyordum. Ajan olmak isteyen bir çocuk gibi. Bütün gün soğukta gezmiştim, duygularım donsun diye. Küçük dersler almak istiyordum. Tepeden bakmayan insanların vereceği mütevazı dersler. Çevir aç kapağı kim icat etmiştir? Hawaii’de yaşayan etobur tırtıllar nasıl beslenirler? Bla bla bla.

Yaşadıklarıma bir hikâyeymiş gibi bakmak istiyordum ayrıca. Kendi yaşamıma bir hikâye gibi bakarsam geriye dönüp düzeltme şansım olacaktı sanki.

Sonra o gelmişti biraz mahcup ve çok güzel. Yanıma oturup susmuştu. Öfke olarak sessizlikler görmüştüm. Anlayış ifadesi olarak sessizlikler. Kabulleniş olarak sessizlikler. Pişmanlık olarak sessizlikler. Hayranlık olarak sessizlikler. Ama onun sessizliğini çözememiştim.

“Bütün gün yaşadıklarımı bir ajan raporu gibi yazdım,” demişti ilk olarak. Sonra da bir kâğıt uzatmıştı. Kâğıtta şöyle yazıyordu: “24 tane sigara içti. 6 şişe bira. Radyo dinledi. 8 sefer iç çekti. Gizlice ağladı, 12 miligram.”  

Sabaha kadar konuşmuştuk orada. Çok zarif sorunları vardı. Bilekliğinin kapatma yeri sıkışmıştı. “Bazen konuşurken birbirimize dokunuyormuşuz gibi hissediyorum,” demişti bir ara. “Sanki konuşmuyoruz da sarılıyoruz.”

Sonra bir daha görüşmedik. Birbirimize o tarz sorular sormamıştık çünkü. Bambaşka bir kafaydı o. Herkes birbirini götürmeye çalışırken çalan şarkıları dinleyen sadece bizdik.

İlk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. Zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. Yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. Böyle durumlarda “biraz zaman” her şeyi daha da beter ediyor. Bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor hiçbir zaman. Bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolmuş bir kitap oluyor, kesilen elektrik oluyor. İkimiz de yere serilmiştik o gece. Öyle bir kafaydı işte.

Şimdi tepelerden aşağı bakıyorum. Kara yılanlar gibi kıvrılıp giden asfalt yollara. Kayaların arasında, balkondan sarkan çocuklar gibi boşluğa uzanan ağaçlara. Sanki köklerinden kurtulup havaya karışmak istiyorlar.

Bazen yine oturuyorum aynı yerde. O geceki tadı yok tabii. Kelimelerin gelip benimle konuşmasını bekliyorum. Onlar da gelmiyorlar. Bazen bir iki fısıltı duyuyorum, o kadar.

“Aslında o kadar da önemli biri olmadığımızı anladığımızda neden üzülüyoruz ki?” diye sormuştu o gece. “Bunun temel bir aydınlanma anı olması gerekmez mi? Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar. Sonra da çekip gittiler.”

Sonra da gitmişti. Evet. Önemsiz insanlar olduğumuzu hatırlamaya yeniden ihtiyacımız var.


(Emrah Serbes)

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Salud!


oh

KOVA


Bilirsiniz kovayı,
bir temizlik aleti olarak,
bir su kabı olarak
ya da hayal üreten bir araç olarak.

bunları geçelim, bunlar bilindik şeyler.

ama dinlemeden geçmeyelim! tıks.

geçip geçmemek insandan insana değişir tabi. Hayvandan hayvana da değişir mi ?
Niye değişmesin? Onlar da içgüdülerine göre hareket eden güzel canlılardır.
Hayvan içgüdüyle, insansa anlakla hareket edermiş derler.
Anlaktan kasıt akıl, zeka, bilgi birikim, bok püsür artık ne dersen de.

Her insanın bilgi birikimi farklı, bilgiyi işleyişi farklı ki, zaten beni ben, seni sen yapan da bu farklılıklar.
Peki madem bu kadar farklıysak 'biz'i   "biz" yapan ne?
ya da biz olunabilir mi bu kadar farlılık içerisinde?
Aynı insan yoktur. Aynı olursan sen sen olmazsın, o olursun,
ama değilsin, olamazsın, imkanı yok.

Öyle değil mi muhterem kova?

Öte yandan hepimizi bir araya getiren şeyler neler? Nelerdir bu gezegenin iki uç kutbu gibi birbirinden zıt olanları aynı noktada buluşturan? Gezegenin yine kendisidir.
Nedir bu mıknatısın artı ve eksi uçlarının ortak kısmı? Mıknatısın kendisi.
İnsanları bir araya getiren de insan oluşları.
Yani farklılıkları birleştiren yine farklılıkların kendisidir.
hem farklı oluşun hem de insan oluşun (ortak nokta) getirir seni diğerleriyle bir araya.

Teferruatı geçtikten sonra gelelim yeniden kovaya.
Ah kova ah,
Kim bilir senin baş ucunda ne çileler çekildi,
ne eziyetler ne zorluklar
ve kim bilir nice mutluluklara vesile oldu o çekilenler çileler vesaireler.

Çektiktçe çileyi, dolar insan. Bireyin hayatına en faydalı olan ve edinebileceği en sağlam bilgi, tecrübeyle edindiği bilgidir. Güzeli güzel yapan, uğruna harcanan uğraştır, gülü gül yapan da dikenidir.
Düşün mesela, yediğin kazıklardan çıkardığın derslerdir en çok aklında kalanlar ve gözlerini açanlar.
O göte o şemsiye girecek ki o mahmur gözler fal taşı gibi açılacak.

neyse..
dönelim kovaya..

Bu zamana kadar öğrendiğin her şeyi kafandaki o kovanın içine koyuyorsun aslında. Sen çektikçe çileyi, o kova doluyor, sen öğrendikçe o doluyor, sen kazıklandıkça o kova doluyor.
Doluyor da doluyor hiç boşalmıyor amına goyum.
Öğrenmek çileli iş.
Naparsın, öğrenmeye geldik hayata.
Çilemse çekerim, kaderimse gülerim demiş şöförlerin kralı Çiçek Abbas.

Bazıları vardır kovası çok doludur,
ya yıllardır okumuştur
ya gezmiş yaşamıştır
ya da çile çekmiştir
Bunlar da kovayı dolduran şeyler, yaz bunları da bir kenara..

Bu dolulara biz dolu deriz. Dolu insan etrafına ışık saçan bir güneş gibidir. Sevmemen mümkün değildir onu,
çünkü kovası doludur.
Fakat abicim iş bukadarla bitmeeezzz...
Kovan ne kadar dolu olursa olsun, eğer o kovada halen daha dolduracak yer kalmamışsa..
işte o zaman o kova hiçbir işe yaramaz dost.
Vardır öyleleri hani. Gelir dolu kovasıyla, senin kovanı da doldurur az biraz. Ama çileleri paylaşmadıktan sonra ne anlamı kalır ki kovaların ? Sen de benim kovamdan çekemedikten sonra ne anlamı kalır çilenin ?

Eğer onun kovasını dolduramıyorsan, orda mevzu değişir, yollar çatallanır, konvoylar dağılır, konser biter, öküzler ölür, ortaklıklar bozulur. Artık durum dialog değil, monologdur.
İster az, ister çok, ister tam dolu olsun kova, halen daha doldurulacak yerler olmalı. Yoksa bile yaratmalı.
İnsan insanın kovasına muhtaçtır. Gelir böyle car car car konuşur, hep kendi söyleyeceğini söyleyip gerisine kulak tıkayıp yüz çevirirse, çekerim emaneti severim adaleti !

Kovanı da al siktir git burdan Pepe !

11 Mayıs 2014 Pazar

Kadir İnanır ve bakışları !




"Nerde çokluk, orada bokluk"
Yıllar yılı duyduk bunu ama yine bok çıkan tarafımızdan anladık.
Kafa bu, yanlış anlayabilir. Ama herkesin aynı anladığı bir şey yanlış olabilir mi? Yani diğer bir deyişle, Çokluğun anladığı, çokluğun bildiği ve bildiğini okuduğu yerde bokluk olabilir mi? Olamaz mı?
Olabilir. Diyerek tiyatral bir giriş yaptıktan sonra gelelim meselenin özüne, hatta meselenin sözüne..
Bu sözde söylenmek istenen,
aslında kalabalığın olduğu yerde bokluk olur düşüncesi değil de,
Çoğunluğun tarafında bokluk olabileceği düşüncesi olabilir mi ?

Yani çoğunluğun her zaman haklı olamayacağı mümkün müdür?
Müdür?
-müdür çıktı abicim ben yardımcı olayım.

Müdürler, ellerinde parayı tutar,
Elinde parayı tutan güç sahibidir,
Güç sahibi olmak, özünde aslında bireyin başkalarının üzerindeki kontrolüne gönderimde bulunur.
Başkalarını gücünle kontrol edersin ya da onlar kendiliğinden gücün bulunduğu yere/tarafa gelirler.
Güç yalakaları bunun en güzel örneklerindendir.
Öte yandan, güce sahip olmak ve başkalarını kontrol etmek, onların senin fikrine katılmalarını ya da inanmalarını sağlamak, diğer bir deyişle kendi kitleni yaratmak aslında çoğunluğu oluşturmanın ta kendisidir.
Bu durumda çoğunluğun inandığı, uzlaştığı fikir her zaman doğru fikir olmayabilir.
Tabi evrensel değerler çerçevesinde belli bir fikrin etrafında toplanmış/uzlaşmış insanlar da olabilir.
Örneğin her insanın yaşama hakkının en doğalı olduğu fikri. Onlar bu mevzudan ayrı, onlar istisna.

Hal böyleyken kaptan, değişik bir dayımızın sarf ettiği güzel bir sözü yeniden anmakta fayda var.
...
"Ne zaman kendinizi çoğunlukla aynı tarafta bulursanız;
durup düşünmenin zamanıdır.
(Mark Twain)"
...

Bu bakış açısıyla mevzuya şöyle üç numaralı kadir inanır bakışı atalım. Attığımızda zaten görüyoruz gerçeği.
Gerçek:
demokrasilerin aslında adındaki ilüzyona rağmen (dimos= halk ve kratos:iktidar) halkın iktidarı olmadığı gerçeğini,
aslında yönetimlerin her zaman çoğunluk tarafından belirlendiği gerçeğini,
ve bu çoğunluğun da çoğunlukla güç odaklarının etkisinde şekillendiği gerçeğini
DEĞİL !
Mark Twain'in bu artistik lafını aslında anonim bir türk atasözünden araklayarak yazdığı gerçeğini görürüz.

Ahanda tam bu yüzden, mevzuya atacağın bakışın bir kez daha önemine dikkat çekmek isterim.
Nasıl bakarsan öyle görürsün
ve genelde de görmek istediğini görürsün.
gördüğün de genelde inanmak istediğindir.
her gördüğüne inanma.
buna kim inanır?
Kadir inanır.
Eyvallah.

..
Bir ara da görmek istemediğimiz gibi bi bakalım bazı mevzulara, belki güzel olur, yeşil meşil olur ne bileyim.

9 Mayıs 2014 Cuma

Özgür Taşşaklar.


Kulaktan Orgazm yaşamak için buraya !


Taşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş....şşaklı bir insan topluluğu..

Nedir biliyon mu?
Dostum, hangi çölde büyüyen çiçek olduğun farketmez. Hangi cehennemde bir vaha olduğun farketmez.
Hangi çilenin dermanı olduğun önemli değildir böylesi bir mevzuatta...
Vaka-i Vuku'da önemli olan taşşaklarının toplam ne kadar ettiğidir.
Taşşak dediysem yanlış anlama. Kilo, hacim ve hatta cinsiyet terimleriyle alakasız olan taşaktır bu taşşak.
Mevzu bahisteki taşşak :  ...
Bu dünyada hiç sıkılmadan yapabileceğin bir şey düşün,
Bu sıkılmadan severek yaptığın şeydeki yapabiliciliğinin yapabilirliğini düşün,
        Ne kadar çok yapabilirsin ? (nicelik)
          Ne kadar iyi yapabilirsin? (nitelik)

En severek yaptığını
en iyi şekilde yapmaya başladığın zaman,
sen zaten dünya'nın ve dahi evrenin, en yüce, en kudretli, en babayaro, en mühim, dolayısıyla da en taşşaklı insanısındır. Kadın erkek oluşun farketmeksizin.

İşte hal bu olunca,
Mevzu da ister istemez vuku bulunca,

Mavişer mavişer paylamak gerekir o zaman,
bilyeleri.
Ama kime?
ver birini Jimmy Page'e ve diğerini de BB King'e.... Garry More'da alsın kafasını..


Bırak alsın götürsün seni mavi müzik, uçsuz dipsiz maviliklere. Koparsın kafayı vursun duvardan duvara.
Eh noljak be janim?

Nolacağı var mı ? Varsa da verdim, yoksa da verdim sana kafamdan bi' on numara.

Özgürlük babacım en mühim olay zaten.  Söyleyesin varsa söylersin, yazasın varsa yazarsın,
yapasın varsa yapar, çakasın varsa da çakarsın
yoksa da siktir olur gidersin..
Ya da bir cam kırarsın (kapı camı falan filan..), içindeki manasız boşluğu doldurmaya çalıştığın onca bomboş şeylerin gazabıyla.

Yani demem o ki, özgürlük mühim mesele. Özgür yaşamalı insan, ya da özgürce ölebilmeli en azından..
Her babayiğidin harcı değildir öyle özgürüm diyebilmek.

Taşşak ister.

İstediğini , istediğin yerde ve istediğin zamanda alamadıktan sonra... .. ta koyayım üle özgürlüğe.

O zaman ne diyelim?

?

Ne diyebiliriz ki?

'NE' diyebiliriz.
Öyleyse diyelim "Ne?"

Ne "ne" ?

Aman diyeyim.
uzarsa yanarız.
dön bir tane daha dayı.

6 Mayıs 2014 Salı

Nükleer Başlık (İkinci Bölüm)


Balgam atardı dayı olur olmadık zamanlarda herhangi bir yere.
Tükürük sesi mahalleyi inletecek kadar güçlü ve tiz bir sesteydi.
Yere çarpışı da toz kaldıracak kadar hızlı ve öfkeliydi tükürüğün.
Ama o kadar da mühim değildi.
Esas önemli olan ağızdan çıkan başka şeylerdir.
Ne gibi mesela?
Ainesi (aynası) iştir kişinin, sözüne (tükürüğüne) bakılmaz.
Peki ne derdi dayı bu kadar mühim?
Her zaman mantığa uymazdı belki söyledikleri ama arada bazı bazı bazıları acayip otururdu kafaya.
Yine o bazı bazı zamanlardan birinde şöyle buyurmuştu dayı:

"Sözünden düşen, gözümden düşer yeğen! "

O kıllı ve göt kadar boya sahip adamdan böyle şeylerin nasıl çıkabileceği konusunu, 2012' yılından beridir tartışan İsveçli bilim insanları, bu konuda çaresiz.
Onlar çaresiz ama biz biliyoruz. O kadar zibilyonlarca sayfa kitaplar okumuş, onca konferansa girmiş çıkmış, yıllarca ameleler gibi ders çalışmış ve bu nedenle sosyal hayattan uzak kalmış, kısaca akademik mevzuların amına koymuş bir profösör bilemiyor, ama sen biliyorsun. Vay amına koyim! Sen neymişsin be abi.
Neymiş peki ?
Sorunun cevabı doğada saklı dostum. Sadece çayırda çimende değil, aynı zamanda çayırın çimenin sesinde, kuşun uçuşunda, telin titreyişinde. Havaya yayılan dumanda ya da dumanın kokusu değil sadece mevzu. Olay o dumanı yaratanın evvelden ait olduğu mekan, asıl doğduğu yer, ordaki ambians, ordaki koku. Her nefeste bir olay, her olayda ise en az bir nefes vardır canım benim.


Vur üstüne sustanın,
koy götüne ustanın.

Her ne olursan ol, her kim olursan ol,
 ne kadar paran pulun şöhretin ve bir o kadar namın hürmetin olursa olsun,
şu anda bir çikolatalı süt değilsin.
ah çikolata ah.

(Not bu blogdaki herşey feci hayal ürünüdür. gerçek çiki ya da kurukuşlarla hiçbir alakası yoktur)

Baba Yorgun (İlk Bölüm)



NOT: Başlarken ömür bitebilir. (ona göre)

not2: Nirvana'ya yarım metre kalayken okunmalı.
...


"Eveet!" dedi ayse öğretmen. "Herkes hazırsa başlıyorum."
Pavlov'un zili duyunca ağızlarından salya aka aka vahşicesine gelecek olan etleri bekleyen köpeklerinin beklediği gibi bekleyen öğrencilerin, bekledikleri komut gelince hepsi hep bir ağızdan "Hazırız Kaptan!"
dedi.
"Sizi duayamadım?!" diye karşılık verdi ayse öğretmen daha gür ve kalabalığı coşturmak isteyene benzer bir sesle.
Oltaya gelmiş ve hatta doğduğu andan itibaren ölümü göze ala ala oltaya gelmeyi isteyen balıkların saçma sabırsızlığıyla, bu sefer öğrenciler daha gür bir sesle karşılık verdiler "ÇOK UZATTIN LAN! GİR HİKAYEYE!" diye.
diye.. diye .. diye .. diye giderken evren günlük akışında,
      Patlarken uzayın karanlık köşelerinde her an yanan parlak yıldızlar,
         Ve an be an sönerken bazı bazı güneşler, bazı bazı sebeplerden ötürü,
bir anda çat diye düşer kafana asıl mesele.
"OHA! Asıl mesle ne lan manyak kafa" dersin kendi kendine. Ve bir bakarsın ki, aslında bütün bu hayatın boyunca sen bir başka insanın düşüncesiymişsin. Aslında gerçek bir varlık değil, Öyle olduğunu zanneden bir şey. Bir insan bile değil, sadece bir düşünce. Bir anlık bir fikir parıltısısın sen, beyinden -belki de herhangi bir kasa doğru giden, milyonlarca nörondan birisin. Yani sen, sen değilsin.
Ben, bi desenden bi desene, Bir de senden bi desene, Bir de sensen,
Sendesenden başka bişeysin.
Diye çalar youtube'dan "Siya Siyabend - birdesen"
ve bir kez daha koyar kafaya uff diye.

Bir dinleme molası


(Sesi çok açık olmamalı, ama az da olmamalı. orta karar.)



izlersin.
izledikten sonra başlarsın yorumlamaya.
ilk önce sorarsın kendine:
"Ulan bu görüntüler neydi böyle?" "Bir anlamı var mı? " falan.
Sonrasında da adı Bizon Murat olan solistin şarkının ortasında uzuuun uzun "etimeeeeeeeeeee" deyişine bir kez daha şaşırırsın. Yıllar sürmüş bir haykırış amına koyim. Nasıl bir sikmişlerse artık pezevengi, böyle bağırıyor" diye seviyeyi düşürürsün kafanın içinde. Sonra mı? Sonrasını siktiret.


Böyle biter bir pezevengin günlüğü
Haydi herkes giysin üstüne önlüğü

Yaşasın hukotun üstünlüğü

Not: hukot= Hukuk ve Ot terimlerinin birleşmesiyle oluşan ve "Hukuksal açıdan sakınca taşımayan Ot" anlamına gönderimde bulunan bir sözcüktür.

Bol

28 Nisan 2014 Pazartesi

Evrenin Efendisi



...
Trafiğin en yoğun olduğu saatte ve en yoğun olduğu yerde,
  Trafik ışıklarının en uzak olduğu,
    Yaya geçidinin en olmadığı yerde,
       Yürürken hedefine doğru en emin adımlarla,
          Karşıdan en karşıya geçmek istediğinde,
Sanki onun gelişini bekliyormuşcasına bir anda boşalır yollar
o karşıdan karşıya geçerken !
o evrenin efendisi.
...